2 Mart 1913’te New York Times’da Freud’un teorilerinin New York’ta nasıl uygulandığı üzerine bir makale yayınlanmış. İlgilenenler için, makalenin ilk bölümünün Türkçesini paylaşıyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda, akıl hastalarının ve sınırındaki kişilerin tedavisinde kullanılan yöntemlerde bir devrim meydana geldi. Bu yeni tedavi yöntemi, dağınık zihnin gizemlerini açığa çıkarmaya çalışan diğer araştırmacıların neredeyse hiç el sürmediği bir alana yoğunlaşmayı tercih eden Zürihli Prof. Dr. Sigmund Freud’un çalışmalarına dayanıyor.
Freud’un yöntemi psikanaliz adıyla biliniyor ve mikroskobun patolojiyle nasıl bir ilişkisi varsa psikanalizin de ruh ve sinir hastalıklarıyla öyle bir ilişkisi var. Anormal ruh hastalıkları bugüne dek yalnızca yüzeysel sorgu ve gözlem vasıtasıyla muhakeme ediliyordu. Freud ve öğrencileri ise hastalarının zihnini tam manasıyla ters yüz ediyorlar.
Akıl hastalığının sınırlarında gezenlere korkularının, hezeyanlarının ve takıntılarının ne kadar saçma olduğu gösteriliyor ve mantığın gücü ile tekrardan sağlıklarına kavuşuyorlar. Gerçek akıl hastalığı durumunda bile Freud’un yöntemlerinin istikrarla uygulanması halinde çok sayıda hasta büyük fayda görebiliyor.
Freud’un mantığı sinir ve akıl hastalarının tedavisi ile uğraşan kişileri öylesine etkiledi ki, ilkeleri medeni ülkelerin pek çok yerindeki devlet kurumlarında ve muayenehanelerde uygulanıyor. Psikanaliz artık, diğer devlet enstitülerinde olduğu gibi Ward’s Island’daki Akıl Hastalıkları Enstitüsü’nün de rutin uygulamaları arasında yer alıyor.
Prof. Freud’un kuramlarının farklı evrelerine ve pratik uygulamalarına ilişkin çok sayıda kitabı var. Öğrencilerinden biri, şehrimizin sakinlerinden olan nörolog Dr. A. A. Brill, Freud’un pek çok makalesini İngilizce’ye çevirmiş ve konuyu kapsamlı ve net bir biçimde gözden geçiren bir kitap kaleme almış. Brill’in çalışması ”Psychoanalysis, its Theory and Practical Application” (Psikanaliz, Teorisi ve Pratik Uygulaması) adını taşıyor ve W.B. Saunders Company of Philadelphia and London tarafından henüz yayınlandı.
Kitabın önsözünde, Dr. Brill son birkaç yıllık dönemde gerek New York’ta gerekse başka yerlerde akıl hastalarının tedavisinde kat edilen mesafeyle ilgili ilginç bilgiler veriyor:
”Ruh ve sinir alanında çalışan diğer pek çok kişi gibi, ben de eğitimimi Akıl Hastaları için Devlet Hastanesi’nden (Ward’s Island) aldım. Hastanenin gelişiminin çok önemli bir döneminde burada çalışmaya başladığım için şanslıydım. Dr. Frederick Peterson o zamanlar Akıl Hastalığı Komisyonu Başkanı idi ve onun bitmek tükenmez enerjisi sayesinde New York şehrinin hastaneleri modernleştirildi, sağlam bir bilimsel temele oturtuldu. Yine büyük oranda onun çabasıyla Dr. Adolf Meyer, Ward’s Island Patoloji Enstitüsü’nün Direktörü olarak atandı.
”Dr. Meyer’ın gelişi ile New York Eyalet Hastanesi’nde yeni bir dönem başladı. Başarılı bir nörolog ve deneyimli bir psikiyatrist olan Meyer, o dönem revaçta olan kuramlarla ve yöntemlerle ilgili düzenli dersler ve demonstrasyonlar düzenleyerek çalışmalara yeni bir soluk getirdi. ‘Eskiler’in homurtularına rağmen, alışıldığı üzere her üç veya altı ayda bir hastanın ruhsal ve fiziksel durumu üzerine bir satırlık not düşme devri kapandı; artık hastalarımızı sık sık ve kapsamlı bir biçimde muayene etmemiz ve bulgularımızı dikkatle not düşmemiz gerekiyordu.
”Bu muayeneler, Dr. Adolf Meyer’ın hazırladığı kapsamlı bir şablon doğrultusunda yapılıyordu. Bu şablon, Kraepelin, Wernicke ve Zieben’in öğretilerini temel alıyordu. Meyer’ın bu çalışması, bugün halen mükemmel sonuçlar vermeyi sürdürmektedir.
”Devletten ayrıldığım günden bu yana Avrupa’nın en iyi psikiyatri kliniklerinin bazılarını ziyaret etme veya orada çalışma imkanım oldu ve memnuniyetle diyebilirim ki her şey göz önünde bulundurulduğunda New York Eyalet Hastanesi bu tür hastanelerde yapılan çalışmalarla kıyaslandığında çok daha iyi bir noktada yer alıyor.
”New York Eyalet Hastanesi’ne istinaden söylediğim bu sözler, ufak tefek değişikliklerle bu ülkedeki akıl hastanelerinin çoğu için kullanılabilir. Geçtiğimiz on ila yirmi yıl içinde bu ülkede akıl hastalarının idare ve tedavisinde hasta, doktor ve kamu açısından faydalı büyük bir dönüşüm olduğu ortadadır.
”Devlet Hastaneleri artık hastalara gerçek bir tedavi sunuyorlar: Akıl hastalarını nasıl tedavi edeceklerini doktorlara öğreterek tıp alanındaki büyük bir boşluğu dolduruyor ve akıl hastanelerine yönelik önyargıyı adım adım ortadan kaldırıyorlar. Tıp fakülteleri de akıl hastalarına yine yeterli olmamakla birlikte eskisinden fazla ilgi göstermeye başladı. Son olarak, Sosyal Hizmet Birimleri’nde ve Ulusal Ruh Sağlığı Cemiyeti’nde mükemmel çalışmalar yürütülüyor.
”Ruh hastalıkları çalışmalarındaki kademeli evrim, halen çalışılmaya ihtiyaç duyan bir başka ihmal edilmiş alana dikkat çekti. ‘Sınır’ olduğu söylenen vakalardan, devlet hastanelerine hiç ulaşmasa da klinik ve dispanser pratiğinin en büyük dilimini oluşturan nevroz ve hafif psikozlardan bahsediyorum. 1900-1909 yılları arasındaki süreçte, New York’taki Vanderbilt Kliniği’nin nöroloji birimindeki asistanlar 21.290 hastayı muayene etmişler. Bunların yaklaşık yüzde 25’ine nörasteni, psikasteni, histeri ve işlevsel psikozun hafif türleri tanısı verilmiş.
”İstatistik veremesem de, hemen her klinik ve dispanserde benzer bir durum olduğunu rahatlıkla öne sürebilirim. Bu sınır vakaların en çarpıcı özelliği, büyük bir kısmının kronik seyir izlemesidir. Geçtiğimiz son birkaç yıla dek, bu talihsiz vakaları anlamaya yönelik herhangi bir çaba yoktu.
”Şimdi ise, psikoterapiye yönelik talep arttıkça, hangi yöntemin tercih edilmesi gerektiği meselesi doğal olarak gündeme geliyor. Farklı psikoterapi sistemlerinin avantaj ve dezavantajlarına girmeden, yetkin ellerde hepsinin iyi ve kullanışlı olduğunu peşinen kabul ederek ve bazı vakalarda onları kullandığımı belirterek, hiç tereddüt etmeden diyebilirim ki ruhsal terapide en rasyonel ve etkili yöntem psikanalizdir. Bunu, mevcut psikoterapi yöntemleri ile yıllarca çalışmış biri olarak söylüyorum.
”Semptomları tedavi eden hipnotizma, telkin ve iknanın aksine, psikanaliz nevrozu bir bütün olarak ele alan yegane psikoterapi sistemidir. Obsesyonları veya fobileri olduğu için bir hastayı hipnotize etmek, müsebbibi olan hastalıktan bağımsız olarak öksürüğü veya ateşi tedavi etmeye benzer. Hipnotizma, kişiliği hiç dikkate almaz: Olsa olsa etkisi geçene kadar süren kör bir itaati empoze eder. Psikanaliz her zaman bireyi bir kişilik olarak ele alır ve zihnin en derin kıvrımlarına nüfuz eder. İşte bu nedenle, en etkili olan da psikanalizin sonuçlarıdır; ve ancak psikanaliz yoluyla nevroza ve psikoza dair gerçek bir kavrayış elde edebiliriz ki bu da zihin profilaksisi adına büyük önem taşır.
”Bu savlar yalnızca birkaç makale okunarak ortaya atılmamıştır; altı yıllık yoğun bir çalışmaya ve konuyla sürekli bir meşguliyete dayanmaktadırlar. Zira Freud’un psikolojisini bütünlüklü olarak anlamak ancak sıkı bir çalışma ve uzun süreli deneyim ile mümkündür. Yakın zamanda, hastalarının tedavisinde psikanalizden yararlandığını ve hiçbir sonuç alamadığını iddia eden biriyle sohbet etme fırsatım oldu.
”Bu tür beyanatlar, çalışmanın büyük oranda yanlış anlaşıldığını hemen hissettirir. Zira iyileştirici olan birkaç saat, hafta veya aylık tedavi değil, çalışmaya hakim biri ile uzun dönemli olarak yapılan ruhsal değerlendirmedir. Belirli bir teknikten yararlanmak isteyen birinin önce bu tekniğin temel ilkelerini öğrenmesini beklemenin makul olacağına inanıyorum. Freud’un nevroz, rüya yorumu, cinsel teoriler, gündelik hayatın psikopatolojisi gibi alanlardaki düşüncelerini, mizahla ilgili kitabını iyice kavramadan, nevroz ve ruh sağlığı alanında eğitim almadan psikanalizde yetkin hale gelinebileceğine inanmıyorum.
”Bu niteliklere ek olarak, vakaların nasıl seçileceğinin de bilinmesi gerekir. Uzun süredir, bizim her şeyi iyileştirebileceğimizi iddia ettiğimize ilişkin yanlış bir kanı hakimdir. Aksine, Freud’un defalarca vurguladığı üzere, psikanaliz kısıtlı bir alandır ve ancak belirli vakalarda kullanılmalıdır. Freud’un sözlerine kulak verelim:
” ‘Hastalıkta, insanın öncelikli değeri göz ardı edilmemelidir ve belirli bir eğitim seviyesine sahip olmayan, karakteri bir ölçüde güvenilir olmayan bir hastayı reddetmeniz gerekir. Unutmayalım ki hiçbir işe yaramayan sağlıklı insanlar da vardır ve bu insanlarda ufacık bir nevroz kırıntısına rastlandığında böyle aşağılık kişilerin elini kolunu iyice bağlayan hastalığı suçlamaya hayli eğilimli olunur.
” ‘Nevrozun hiçbir şekilde kendisini taşıyan kişiyi dejenereleştirmediğini ama nadiren de olsa bazı insanda dejenerasyon tezahürleriyle bir arada bulunduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, analitik psikoterapi nöropatik dejenerasyona yönelik bir tedavi değildir, aksine bunun tarafından kısıtlanır. Ayrıca, yaşadıkları sıkıntı nedeniyle tedavi arayışına girme ihtiyacı duymayan, yakınlarının vesilesiyle gelen kişilere de uygulanmamalıdır.
” ‘Güvenli yoldan gitmeyi tercih eden kişiler, seçimlerini normal durumdaki kişilerle kısıtlamalıdır. Psikoz, konfüzyon durumları ve belirgin (zehirli de diyebilirim) depresyonlar, en azından bugünkü haliyle analize uygun değildir. Prosedürde doğru değişiklikler yapıldığında bu çelişkinin ortadan kalkabileceğine ve dolayısıyla psikoz için psikoterapinin mümkün olacağına inanıyorum.
” ‘Hastanın yaşı da psikanalitik tedavinin seçim kriterleri arasındadır. Elli yaşına yaklaşmış veya elli yaşın üstündeki kişilerin ruhsal süreçlerinde terapinin ihtiyaç duyduğu esneklik yoktur – yaşlı insanları eğitmek mümkün değildir – ve ele alınması gereken malzeme ve tedavinin süreci çok daha fazladır. Yaş konusundaki alt sınır ise bireysel olarak belirlenir; gençler, analiz için mükemmel adaylardır.
” ‘Çalışma yöntemi asıl olarak daha sonra anlatılacağı için, burada birkaç nokta ille kendimi kısıtlayacağım. Bunlar sonsöz niteliği taşımakla birlikte, bu bağlamda bahsedilmesinin önemli olduğunu düşündüm. Analizin başlamasıyla birlikte, hastanın rüya yaşamını araştırırım. Ondan uyanır uyanmaz rüyalarını yazmasını isterim. Bu çok önemlidir çünkü rüyalar bize o bireyle ilgili en güvenilir bilgileri sağlarlar. Ayrıca, belirtilerle de ilişkilidirler. Gelgelelim, hastayı en az iki haftadır tanımıyorsam rüyayı asla analiz etmem. Rüyalar, rüyayı gören kişiyle tam bir işbirliği içinde olmadan analiz edilemez ve bu da ancak doktor ile hastası arasında belli bir ilişkinin kurulmasının ardından mümkün olabilir.”
(…)
Makalenin İngilizce orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.