12 Psikanalistin Ofislerinde — Carey Dunne

Bir ofis bazen bir ofisten ibarettir. Ama eğer psikanalistseniz, iş mekanı sunumunuz eksiksizce planlanmalı, sığınak ve hususiyet hissi vermek üzere tasarlanmalıdır. Sigmund Freud’un şark işi kilimli kanepeli Viktoryan danışma odasından beri analistler dahilî tasarımı bir terapi aracı gibi kullanmayı öğrendiler. “Freud’un Kanepesinin Gölgesinde” dizisinde Mark Gerald, hem fotoğrafçı hem psikanalist, dünyanın her yerinden analistlerin ofislerine bir bakış sunuyor.

Devamı için tıklayın!

YERSİZ ŞEYLER

Carey Dunne — 16 Nisan 2014 — fastcodesign.com

Freud hastalarını şark işi kilimli bir kanepede yatmaya çağıralı beri,
terapistler dahilî tasarımı işlerinin önemli bir bileşeni saymışlardır.

3029093-slide-s-analyst-01

View original post 721 kelime daha

Obsesif Kompulsif Bozuklukta Psikanalitik Görüşler

Volkan Topçuoğlu
KLİNİK PSİKİYATRİ; 2003;6:46-50

ÖZET
Bu yazıda Obsesif Kompulsif Bozuklukla ilgili psikanalitik görüşlerin derlenmesi amaçlanmıştır. Freud’un obsesyonel nörozun oluşumu ile ilgili açıklamaları ayrıntılı bir şekilde ortaya konmuş ve daha sonra, tarihsel bir sıra takip edilerek, bu hastalıkla ilgili modern psikanalitik teoriler aktarılmıştır. Ayrıca, psikanalitik tedaviye başvurmanın uygun olacağı durumlara değinilmiştir.

Anahtar Sözcükler: Obsesif kompulsif bozukluk, psikanaliz, tedavi.

Yazının tamamına erişmek için tıklayın.

Lacan, Ayna Evresi ve Marx

Erdoğan Özmen
Birikim
Nisan 2012

Feuerbach doğaya çok fazla, politikaya çok az göndermede bulunuyor.

K. Marx

İnsan doğası gerçek insan toplumu olduğundan, insanlar doğalarını ortaya koymak suretiyle insan toplumunu, toplumsal varlığı üretir, yaratır. O toplumsal varlık tek bir bireye karşıt soyut evrensel bir güç değil, bilakis her bir bireyin, onun kendi etkinliğinin, kendi hayatının, kendi tininin, kendi zenginliğinin aslî doğasıdır.

K. Marx

İnsan yavrusunun, çocuğun 6.-18. aylar arasına sıkışmış ‘ayna evresi öyküsünün’, o evreye ilişkin Lacan’ın söylediklerinin önemi ne? Lacan’ın konuya ilişkin makalesinin başlığı tam olarak şu; “Psikanalitik deneyimde açığa çıktığı biçimiyle özne-ben’in (I) işlevinin oluşturucusu olarak ayna evresi” (The mirror stage as formative of the function of the I as revealed in psychoanalytic experience). Birlikte okuyalım:

“Lacan’ın çalışmalarını diyalektik maddecilik felsefesi ve Marksizmdeki ideoloji sorunuyla yakın ilişki içerisinde değerlendirmek tuhaf görülebilir, fakat Lacan’ın Freud’u yeniden incelemesinin önemi kesinlikle bu bağlantıların kurulmasındandır, çünkü bu çalışmalar toplumsal süreçteki maddi özne teorisinin temelini oluşturmaktadır: Her zaman/zaten bu toplumsal süreçlerde oluşturulan, fakat hiçbir zaman bir dayanağa indirgenmeyen bir özne. Dolayısıyla Lacan’ın öznesi diyalektik maddeciliğin bu yeni öznesidir: Süreç içindeki özne… Süreç içindeki özneyi kavramak, Lacan’ın bireyin özne olarak inşâsında gösterenin (yani dil) belirleyiciliğini vurgulaması üzerine kurulmuştur… Dile verilen önem toplumsal süreçteki öznenin, diyalektik maddeciliğin gerektirdiği öznenin incelenmesinde bir yol açar” (R. Coward- J. Ellis, Dil ve Maddecilik, İletişim yay, 1985, s:165-166 çev: E. Tarım).

Başka kavramsal karşılıklarla da (ayrılma/bireyleşme gibi örneğin) anlaşılmaya çalışılmış o döneme ilişkin Lacancı yaklaşımın benim için anlamı daha yalın olarak şu: İnsan-öznenin, öznelliğin kuruluşunun ne denli meşakkatli ve çok katlı bir süreç içinde gerçekleştiğini göstermeye çalışması ve o sürecin -biraz zorlayarak söylersek- ilk durağına düşürdüğü o ışık.

Ama belki de burada biraz durmalı: Psikanalizle en geniş anlamıyla politikanın; ‘öznel’ olanın analiziyle, daha ‘nesnel’ olanın; önemli ölçüde bireysel bir etkinlikle, toplumsal düzeyde oluşturulanın herhangi bir biçimde yan yana getirilişi sakınmamız gereken bir şey değil mi? Eğer değilse bu aymazlık, mesela “siyasal süreçleri psikolojize etmenin dayanılmaz hafifliği” türü bir şeye mi kapı aralar, ya da daha genel anlamda indirgemecilik filan mı olur? Olabilir tabiî ki. Psikolojik indirgemecilik diye bir şeyden, yani, örneğin siyasal olguları bir tür değişmez psikolojik kuruluşa göre/indirgeyerek anlamaya ve açıklamaya çalışan bir tutumdan pekâlâ söz edilebilir: Siyasal eylemciliği psikopatik, şizoid, paranoid vb. zihinsel süreçler ve davranış kalıplarıyla yargılamaya yeltenildiğinde olduğu gibi. Ya da örneğin, Ekim devrimini ‘ulusal baba imgesine’ karşı bir isyan olarak açıklamak gibi. Ama konumuz bu değil. Şöyle düşünmemiz yeterli: Analiz bir vakum içerisinde gerçekleşmiyor. Psikanalitik teori de yalıtılmış, bütün bağlarının ve ilişkilerinin dışındaki, deyim yerindeyse aşkın bir birey üzere söz almıyor. Analiz, bir toplumsal ilişkinin/bağın varlığından söz etmemize izin ve imkân verecek şartların oluştuğu bir ortamda yürüyen bir etkinlik. Analistle analiz edilenin arasındaki bir bağın varlığında. Dahası, analiz her biri diğerinin düşünce, duygu ve davranışlarını yorumlamaya çalışan bir özneler-arası söylem olarak kuruluyor ve ilerliyor. Analitik ilişkinin içinde, -aslında başka bir dizi ilişki için de geçerli olan bir şeyden bahsediyorum- bazı temel toplumsal ilişki çekirdeklerinin/çökeltilerinin bulunduğunu da eklemeli. Keza, analitik deneyimin anlaşılması, toplumsal evrenin; temel kurumların/aygıtların, ilişki örüntülerinin, semboller düzeninin, dilin anlaşılmasına bağlı. Diğer yandan, bireysel ve toplumsal arasındaki karşıtlıkları ve kesişmeleri, ikisi arasındaki karşılıklı hareketleri ve etkileşimleri anlamamızı sağlayacak anahtarları başka nerede arayabiliriz ki, psikanalizle politik/sosyolojik çözümlemenin örtüşme noktalarından gayrı?

Yazının devamı için tıklayın.

Freudo Baggins’in Mordor Yolculuğu

Bülent Somay
Focus Dergisi

Bir Psikanaliz Metaforu Olarak Fantazi Edebiyatı Fantazi, bir yolculuktur. Tıpkı psikanaliz gibi, bilinçaltı zihne yapılan bir yolculuk. Tıpkı psikanaliz gibi tehlikeli olabilir ve sizi mutlaka değiştirir.

Ursula K. Le Guin “From Elfland to Poughkeepsie”

frodo2

Ruhtaki bozuklukların, acıların, marazın, altüst oluşların her birinin bir hikayesi var. Sonu ister mutlu bir aile hayatında, isterse de tımarhanede bitsin, bu öykülerin her biri şaşırtıcı ölçüde bir diğerine benzer. Ayrıntılardaki farklılıklar sonsuzdur; şeytan da melekler de orada gizlidir zaten. Ama hikayeler daima bir yolculuğu anlatırlar; başı ve sonu olan, ister istemez de bir ortası bulunan birer yolculuğu. Yolculuğun nerede başladığı hayli belirsizdir. Ortası da öyle; yalnızca belli başlı kavşaklar, o da geriye doğru bakıldığında biraz bilinebilir. Son ise genellikle barizdir, ne anlama geldiği hiç anlaşılamayacak da olsa.
Her yolculuk aslında benzersizdir. Ancak onları anlayabilmek için birbirlerine benzetmemiz, ortak yanlarını bulmamız, genellememiz gerekir. Aksi takdirde yapabileceğimiz tek şey, önden giden Don Quijote’nin peşinden umarsızca koşturan, onu izleyen ama olup biten her şeyi ancak sonradan kavrayabilen ve kişisel bir vakanüvislikten başka işi olmayan Sancho Pansa rolüne soyunmaktır. Psikanaliz Sancho Pansa’yı genelleştirerek onu birçok Don Quijote’nin birden peşinden koşabilecek cihazlarla donatır. İster istemez birçok ayrıntıyı kaybeder gerçi, ama geçici süreler için bir takipçiden ziyade bir yol arkadaşı olmayı, edilgenliğiyle etken olmayı başardığı sürece de vakanüvislikten kurtulur. Eyleyen Don Quijote ve kaydeden Sancho Pansa ikiliğini altüst ederek, Don Quijote’yi kendi kendisinin vakanüvisi haline getirmeyi amaçlar. Don Quijote kendi yolculuk öyküsünü yazmayı başarabildiğinde, tedavisi de (“tedavi” her ne kadar mümkünse) tamamlanmış olur.

Don Quijote, bir ortaçağ romansı parodisi. Ortaçağ romansından kaynaklandığı ölçüde de, hem çağdaş romanın, hem de çağdaş fantazi edebiyatının öncüsü olma şerefini taşıyor. Ama aynı zamanda psikanalitik bir “vaka öyküsü” olarak da okunabilir. Bir edebi tür olarak fantazi, tarihsel açıdan bakıldığında, psikanalizi önceliyor. Selef halefin metaforu olabilir mi? Ancak unutmamalıyız ki, “yolculuk” her ikisini de önceliyor. İster karşıki dağın ardına, ister şu ırmağın ya da denizin ötesine, ister oradaki mağaraya, isterse de kendi zihnimizin bilinmeyenine doğru yapılsın, yolculuk insan türü kadar eski. En az zıddı ve tamamlayıcısı olan “ev” kadar. Fantazi de bu faaliyetten çıkıyor, psikanaliz de. Dolayısıyla fantazinin bir psikanaliz metaforu olduğunu söylemek, anakronik (yani tarihsel olarak arabayı atın önüne koşan) bir yaklaşım sayılmaz. Psikanalizde en azından kısmi bir gerçekliğe ulaşma amacı ve iddiasıyla yapılan, her ne kadar fantastik bir evrene yönelse de ayakları “bugün ve burada”ya sapasağlam basan yolculuk, fantazide açıkça kurgusal olarak yapıldığı için, “metafor”unvanı fantaziye daha çok yakışıyor sadece.

Le Guin’in en başta alıntıladığım iddiasına geri dönersek, her fantastik (kurgusal) yolculuk bilinçdışına (onun deyişiyle “bilinçaltı zihne”) yapılan bir yolculuktur. Peki, yola nasıl çıkılıyor, orada ne bulunuyor ve eve nasıl geri dönülüyor?

Yazının devamı için tıklayın.

Akıl Hastalarının Rüyaları Tedavilerine Yardımcı Oluyor

2 Mart 1913’te New York Times’da Freud’un teorilerinin New York’ta nasıl uygulandığı üzerine bir makale yayınlanmış. İlgilenenler için, makalenin ilk bölümünün Türkçesini paylaşıyoruz.

glimpse2-blog480
Geçtiğimiz yıllarda, akıl hastalarının ve sınırındaki kişilerin tedavisinde kullanılan yöntemlerde bir devrim meydana geldi. Bu yeni tedavi yöntemi, dağınık zihnin gizemlerini açığa çıkarmaya çalışan diğer araştırmacıların neredeyse hiç el sürmediği bir alana yoğunlaşmayı tercih eden Zürihli Prof. Dr. Sigmund Freud’un çalışmalarına dayanıyor.

Freud’un yöntemi psikanaliz adıyla biliniyor ve mikroskobun patolojiyle nasıl bir ilişkisi varsa psikanalizin de ruh ve sinir hastalıklarıyla öyle bir ilişkisi var. Anormal ruh hastalıkları bugüne dek yalnızca yüzeysel sorgu ve gözlem vasıtasıyla muhakeme ediliyordu. Freud ve öğrencileri ise hastalarının zihnini tam manasıyla ters yüz ediyorlar.

Akıl hastalığının sınırlarında gezenlere korkularının, hezeyanlarının ve takıntılarının ne kadar saçma olduğu gösteriliyor ve mantığın gücü ile tekrardan sağlıklarına kavuşuyorlar. Gerçek akıl hastalığı durumunda bile Freud’un yöntemlerinin istikrarla uygulanması halinde çok sayıda hasta büyük fayda görebiliyor.

Freud’un mantığı sinir ve akıl hastalarının tedavisi ile uğraşan kişileri öylesine etkiledi ki, ilkeleri medeni ülkelerin pek çok yerindeki devlet kurumlarında ve muayenehanelerde uygulanıyor. Psikanaliz artık, diğer devlet enstitülerinde olduğu gibi Ward’s Island’daki Akıl Hastalıkları Enstitüsü’nün de rutin uygulamaları arasında yer alıyor.

Prof. Freud’un kuramlarının farklı evrelerine ve pratik uygulamalarına ilişkin çok sayıda kitabı var. Öğrencilerinden biri, şehrimizin sakinlerinden olan nörolog Dr. A. A. Brill, Freud’un pek çok makalesini İngilizce’ye çevirmiş ve konuyu kapsamlı ve net bir biçimde gözden geçiren bir kitap kaleme almış. Brill’in çalışması ”Psychoanalysis, its Theory and Practical Application” (Psikanaliz, Teorisi ve Pratik Uygulaması) adını taşıyor ve W.B. Saunders Company of Philadelphia and London tarafından henüz yayınlandı.

Kitabın önsözünde, Dr. Brill son birkaç yıllık dönemde gerek New York’ta gerekse başka yerlerde akıl hastalarının tedavisinde kat edilen mesafeyle ilgili ilginç bilgiler veriyor:

Okumaya devam et