Barış Özgen Şensoy
”Freud, teorisini son haline getirdiğinde, ölüm fikri, ölüm içgüdüsü başlığı altında çok temel bir yere sahip olmuştu. 1920’de, Haz İlkesinin Ötesinde isimli kitabında, mutluluk peşinde koşma ve hayatta kalma içgüdülerinin, psişik dinamikleri açıklamak konusunda eksik kaldığını düşünmüş; dolayısıyla ruhsallığı yönlendiren temel bir unsur olarak, yaşamı destekleyen içgüdülerle beraber, bir ölüm içgüdüsünün de olması gerektiğini öne sürmüştü. Ölüm içgüdüsü, yaşam içgüdüsüyle ilişki (ve çatışma) halinde, insan ruhsallığının bitmek bilmeyen dinamizmini yaratıyordu.
Ancak, Freud ölüm ve ölümlülük, ayrıca bu ikisinin insan ruhsallığı etkisi üzerine, 1920’den önce de düşünmüş ve insan psişesini anlamaya ve açıklamaya çalışırken bu iki unsura atıfta bulunmuştu. Freud, 1914’te bilinçdışının zamanın kurallarına tabii olmadığını söylemişti: Herhalde bunu, ölümlülüğün zamanla olan ilişkisiyle bir arada düşünmek mümkündür. Birçok felsefeciye göre, ölümlülük zamanı mümkün kılan şey iken, Freud’un bilinçdışının zamansızlığına vurgu yapması, psikanalizin kendine has yaklaşımının temel unsurlarından biri olacaktır. Freud 1914’te ise, ölme zorunluluğu karşısında narsisizmi zedelenen insanın / egonun, çocuk sahibi olmak aracılığıyla ölümsüzlüğü garanti altına almayı çabaladığını iddia etmişti.”
Yazının tamamını okumak için tıklayın.