Birincil Annelik Tasası

Donald W. Winnicott
Çev.: Ayşegül Salgın

Bu yazı “Çocuk Nevrozunun Sorunları” başlığı altında Psychoanalytic Study of the Child (cilt 9)’da yayımlanan bir tartışma nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu tartışma, Anna Freud’un çeşitli yazılarının bebek yaşamının çok erken dönemleriyle ve kişiliğin oluşumuyla ilgili olması nedeniyle günümüz psikanalitik kuramına önemli önermeler katmıştır.

Söylemek istediğim şey erken dönem anne-çocuk ilişkisi kavramını geliştirmektir, bu kavram başlangıçta çok üst derecede bir öneme sahiptir ve ancak zamanla, bebeğin bağımsız bir varlık olmaya başlamasıyla ikinci plana düşer.

Öncelikle Anna Freud’un “Moda Olan Yanlış Kavramlar” (Current Misconceptions) başlığı altında söylediklerini desteklemem gerekiyor. “Hayal kırıklıkları ve engellenmeler anne-çocuk ilişkisinden ayrılamaz. Çocukluk nevrozunun nedenini annenin oral dönemdeki eksikliklerine bağlamak kolay ve yanıltıcı bir genellemeden başka bir şey değildir. Analiz, nevrozun nedenini daha çok ve derinlemesine araştırmalıdır. ” Bu sözlerde Anna Freud, genel olarak psikanalistlerce benimsenen bir bakışı ifade etmektedir.

Buna karşın annenin durumunu göz önünde bulundurarak daha çok şey elde edebiliriz. Bebeğin her dönemde uygun doğal doyumlara, kaygı¬lara ve çalışmalara erişmesine olanak veren yeterince iyi (good enough) bir çevre olabileceği gibi, bebeğin gelişimini bozan ve yeterince iyi olma¬yan (not good enough) bir çevre de söz konusu olabilir.

Anna Freud genital öncesi örüntüyü (pregenital patterning) iki kişinin birlikte ulaşmak için bir araya geldiği “homeostatik denge” olarak ad¬landırılabilecek bir terim olarak ela düşünebileceğimizi hatırlatmıştır (Maliler,1954). Aynı noktaya “ortak yaşam ilişkisi” terimi için de gön¬derme yapılmıştır. Sıkça ifade edildiği gibi, anne bebeğinin gereksinimlerini karşılayacağı bu çok özel görev için kendini biyolojik olarak hazır duruma getirir. Daha sade bir dille söylenecek olursa anneyle bebek arasında bir özdeşleşme görünürde bilinçli ama aynı zamanda derinlemesine bilinçdışı olarak da vardır.

Bu farklı kavramların birleştirilmesini ve annenin biyolojik inceleme dışında da incelenmesi gerekliğini düşünüyorum. “Ortak yaşama” (symbiosis) terimi bizi anne bebek ilişkisini hayvan ve bitki yaşamındaki diğer örneklerle karşılaştırmaktan daha ileriye götürmez: fiziksel karşılıklı bağlılık. Eğer ilişkiye hak etliği ilgiyle bakılırsa homeostatik denge sözünün de gözümüzün önünde ortaya çıkan bazı noktaları gölgede bıraktığı görülür. Biz bir taraftan annenin bebeğiyle özdeşleşmesi, diğer taraftan da bebeğin” anneye olan bağımlılığı arasındaki çok büyük ruhsal farklılıklarla ilgileniyoruz; bu sonuncusu özdeşleşmeyi içermez, çünkü özdeşleşme bebekliğin erken evrelerine uygulanamayacak karmaşık bir durumdur.

Anna Freud bize, bebek için yaşamın oral içgüdüsel deneyimle başladığının düşünüldüğü, kuramın çok iyi gelişmemiş olduğu psikanalizin ilk evresinin çok ötesine geçtiğimizi göstermektedir. Biz şimdi, gelişim yelerince ilerlediyse, altbenlik (id) deneyimleriyle bozulmak yerine güçlenebilecek olan ilkel dönem gelişimi ve ilkel kendilik (self) dönemlerini araştırıyoruz.

Anna Freud, Freud’a borçlu olduğumuz “anaklitik” terimini genişleterek şöyle der: “Anneyle ilişki başka bir insanla ilk ilişki olmasına karşın, bebeğin çevreyle ilk ilişkisi değildir. Bundan önceki evre, nesne dünyasının değil, beden gereksinimlerinin ve onların doyum veya engel¬lenmelerinin belirleyici rol oynadığı daha ilkel bir evredir”

Sırası gelmişken, “arzu” (desire) kelimesi yerine “gereksinim” (need) kelimesinin kullanılmasının kuramımızın oluşturulmasında çok önemli olduğunu düşünüyorum, ancak Anna Freud’un burada “doyum” ve “engellenme” sözcüklerini kullanmamış olmasını isterdim. Bir gereksinim karşılanır veya karşılanmaz ama bu, altbenlik dürtüsünün doyumu ve engellenmesiyle aynı şey değildir.

Greenacre’a bir gönderme yaparak (1954) sözü ritmik hazların yatıştırıcı (lulling) etkisi diye adlandırdığına getirebilirim. Burada karşılanmış veya karşılanmamış bir gereksinim örneğini buluruz ancak, yatıştırılmayan bebeğin bunu bir engellenme olarak yaşadığını söylemek çok doğru olmayacaktır. Aslında burada öfkeden çok ilkel dönemde bir tür gelişini bozulması vardır.

Herhalükarda, ilkel dönemden başlayarak annenin işlevleriyle ilgili olarak derinlemesine bir incelemenin eksik olduğunu düşünüyorum ve çeşidi ipuçlarını bir araya getirerek tartışmaya genel bir önermede bulunmayı umuyorum.

Yazının devamı için tıklayın.

Başarılı Psikoterapi Pratiğinde Sosyal Medya: Online mevcudiyeti ilişkisel bir bakış açısıyla birleştirebilmek

Linda G. Beeler, LCSW
24 Haziran 2015
Meaningful You

Araştırmalara göre, psikoterapist arayan danışanların %95’i internete başvuruyor (TherapySites.com). Gelgelelim, pek çok psikoterapist online bir mevcudiyet yaratma ve sosyal medyayı işlerini geliştirmek için kullanma konusunda tereddütlü. Online mevcudiyet yaratıp sosyal medyada aktifleşerek, ruh sağlığı uzmanları özel psikoterapi pratiklerini yeniden canlandırabilir ve muhafaza edebilirler.

Çok sayıda psikoterapist, klinik pratiklerini bilgisayar çağından önce geliştirmiştir. Arkadaşlardan, meslektaşlardan, psikanaliz camiasından, kişisel “offline” sosyal ağlardan, sarı sayfalara verdikleri ilanlardan ya da kulaktan kulağa tavsiyelerden yönlendirme gelmesine alışkındırlar. Potansiyel danışanlar halen bu “geleneksel” kaynaklardan gelmekle birlikte, artık pek çok kişi psikoterapist bulmak için ya da en azından kendilerine önerilen terapistin arka planını ve deneyimini kontrol etmek için internetten yararlanıyor. Online mevcudiyeti olmayan psikoterapistlerin çalışmalarını geliştirme ya da sürdürme konusunda hayli zorlanması, dijital ayak izi olmadığı için tükenip gitmesi tehlikesi ufukta görünüyor.

Psikoterapistleri çalışmalarının internette tanıtımını yapmaktan alıkoyan belli başlı endişeler var. Bunların ilki, kendilerini teknolojik açıdan yetersiz görmeleri ve çekinmeleri. Çoğu terapist e-posta yazışmalarını kullanıyor ancak bir web sitesinin nasıl yapılacağını bilmiyorlar.

Psikoterapistler, hazır bir taslak kullanarak kendi web sitelerini yapabilecekleri gibi, bir web tasarımcısı da bulabilirler. Bir webmasterla çalışmaları halinde, arama motorları konusunda da yardım alabilirler. Webmasterlar bir web sitesinin optimal düzeyde çalışmasını sağlayan bilgisayar uzmanlarıdır.

İkincisi, psikoterapistler genellikle bir web sitesinin içeriğinin veya bu içeriğin nasıl bir tasarımda sunulduğunun önemini anlamıyorlar. Web sitesi, psikoterapi işletmesini temsil eder. Dolayısıyla, çekici ve merak uyandırıcı olmalıdır. Adres olarak özgün bir alan adı vardır. Bir web sitesi, belirli bir alana özel niş içerik yaratarak yeni danışanları kendine çeker. Terapistin uzmanlığını ve uygulamalarının başlıca özelliklerini öne çıkarır. Aynı zamanda, terapistin güvenilirliğini doğrular. Görünür bir özgün mevcudiyet, onu internetteki diğer terapistlerden ayırır.

Facebook, Linkedin ve Twitter gibi sosyal medya alanları da meslektaşlarla ilişki kurmak, bilgi paylaşmak ve potansiyel danışanlara kaynak sağlamak açısından harika araçlardır.

Kartvizitler ve özellikle de offline olarak yeni bağlantılar kurmanızı sağlayan organizasyonlar, online mevcudiyetle birleştirildiğinde, psikoterapisti tanıtmada etkilidirler. Kartların özgün ve şık olması, terapistin uzmanlığını, e-posta adresini, web sitesini ve hatta blog adresini içermesi gerekir. Kulağa aşırı gelse de, aynı organizasyon içerisinde pek çok profesyonelle tanışan kişilerin hafızasını tazelemek amacıyla kartlara fotoğraf da koyulabilir.

Son olarak ve belki de en önemlisi, psikoterapistlerin online bir mevcudiyetten sakınmasına neden olan en etkili unsur, psikanalitik ve klinik eğitimleriyle ilişkilidir. Terapistler, kendilerini internette çok fazla ifşa etmekten korkarlar. Bu da anlaşılır bir durumdur çünkü net sınırlar koyup bunları korumak üzere eğitim almışlardır; aktarımın ortaya çıkabilmesi için kendileriyle ilgili fazla bir şey açığa vurmamalıdırlar.

Sigmund Freud, sessiz, yüksüz, tepkisiz bir terapist betimleyen klasik ortodoks modeli öne sürmüştür. Freud’un (1912) “Papers on Technique”de yazdığına göre, “doktor, hastalarına karşı opak olmalıdır ve tıpkı bir ayna gibi, onlara sadece kendisine gösterileni göstermelidir.” Online tanıtım yaparken kişisel detayların paylaşılması mecburiyeti, terapisti beyaz perde olarak gören ortodoks modelle uyumsuzdur.

Son yıllarda, Freudcu mutlak yüksüzlük kavramını çağdaş psikanaliz kuramcıları sorgulamaya başladı. Fairbairn, Winnicott ve Guntrip klasik kuramın mirasçılarıydı. Nesne ilişkileri kuramının öncüleri olan bu isimler, terapist ile hasta arasındaki etkileşimin rolünü gündeme getirmekle bir devrim yarattılar. Özellikle de Winnicott (1960, s. 39), “bebek diye bir şey yoktur, bebek-anne birimi vardır,” diye öne sürmüştü. Bu çarpıcı sav, iki kişilik sistemin gelişiminde ve ilişkisel düşünmenin evriminde kilit rol oynadı.

Mitchell, Greenberg ve Aaron’un çalışmalarından etkilenen ilişkisel bakış açıları, Amerikan psikanaliz dünyasında anaakım hale geldi. Psikoterapist odaya öznelliğini getirir, artık yalnızca bir gözlemci değildir. Sağaltıcı değişimin analitik ilişki içinde gerçekleştiği düşünülür; değişimi yaratan yalnızca hastanın kazandığı içgörüler değil, aynı zamanda terapi ilişkisinin otantikliğidir.

Hastalar, erişilebilir ve insancıl bir psikoterapist arıyorlar. İnternette terapistle ilgili kendilerine hitap eden bir şey gördüklerinde, ona daha yakın hissedebilirler. İnternetten terapistle ilgili daha fazla bilgi edinilmesi, terapi ilişkisini daha gerçek ve içten kılabilir.

Peki terapist, online olmak ile çok fazla bilgi ifşa etmekten kaçınmak arasındaki dengeyi nasıl sağlayabilir? Bu gerçek bir ikilemdir çünkü terapist hakkında daha fazla bilgi edinmek terapi ilişkisini güçlendirebileceği gibi, hastanın terapisti artık idealize etmemesine veya otoriter bir pozisyonda görmeye başlamasına yol açarak baltalayabilir de.

Psikoterapistler, örneğin, hastanın erişiminde olmayan kendi özel facebook sayfalarının haricinde, profesyonel bir facebook sayfası oluşturabilirler. Hastayı kişisel sayfada “arkadaş” olarak kabul etmeyerek, hastanın sosyal etkileşimlerine katılmasını engelleyebilirler.

Twitter ve blog yazarlığı da hayli popülerdir ve terapiste yapılan yönlendirmeleri artırabilir. Terapist, yazılarının ve paylaşımlarının profesyonel bir ton ve içerik taşımasına dikkat etmelidir. Ayrıca, hastanın belirli bir yazıya vereceği tepkiye nasıl karşılık vereceğine de karar vermelidir. Terapist ayrıca, profesyoneller ve şirketler için bir sosyal ağ olan Linkedin’de kontrol sahibi olabilir, hastadan gelen bağlantı kurma teklifini kabul veya ret edebilir.

Nihayetinde, psikoterapistin profesyonel ve kişisel personası arasında çizilecek sınır, terapistin şahsi seçimi olacaktır: Terapistin kendi yaşamına dair bazı detayları herkesle paylaşıp paylaşmayacağı ve hastalarının bu tür bilgilere erişebilmesine izin verip vermeyeceği.

Elbette, terapist ne kadar uğraşsa da, hasta internetten terapistin kontrol edemediği bilgilere ulaşabilir. Diğer her şey gibi, bu da terapi ilişkisini etkiler ve bu tür ifşaların hasta için anlamı terapi bağlamında gündeme getirilip çalışılacaktır.

Özetle, internette sosyal medya ile çalışmak terapisti pek çok zorlu durumla karşı karşıya bırakır. Bu yeni topraklarda profesyonel bir tutumla dolaşmayı öğrenmek, psikoterapi alanında başarı yakalamanın olmazsa olmaz bir parçası haline gelecektir.

Kaynaklar:
Freud, S (1912) Recommendations to physicians practicing psychoanalysis. Standard Edition 12:109-120.
Winnicott, D. W. (1960), The theory of the parent-infant relationship. In: The Maturational Processes and the Press, Facilitating Environment. New York: International Universities 1965, pp. 37-55.

Yazının İngilizce orijinali için tıklayın.

Yeni Doğacak Bebeklere Psikanalitik İsim Önerileri

Psikanaliz, isimlerimizin kaderimiz olduğunun farkındadır: Bir çocuğun isimlendirilmesi ebeveynlerinin, hatta önceki kuşakların arzu ve çatışmalarının cisimleşmesidir. Bizler de “sevgili yavruma isim seçerken psikanalize yönelik merakımı nasıl ortaya koyarım” diyen endişeli ve düşünceli ebeveyn adayları için bir liste hazırladık.

Pazartesi doğan çocuklar için

bebek3

Rüya: Bilinçdışına giden kral yolunu kutsamak için kızınıza bu ismi verebilirsiniz. Edebiyat meraklılarına Kara Kitap’tan esinlendik deme şansı da veriyor. Daha modern bir versiyonu olarak Düş‘ü de düşünebilirsiniz. Bu isimdeki süblimasyon ve özdeşleşme vurgusu dikkat çekmiyor değil, bize John Lennon ve hippiliği çağrıştırdı.

Musa: Bu yazının devamında göreceğiz ki erkekler için psikanalitik isimler bulmak zor. Ancak, Hz. Musa ve Tektanrıcılık’ın bir hayranıysanız, belki bu ismi tercih edebilirsiniz.

Salı doğan çocuklar içinbebek12

Arzu: Dünyayı ne döndürüyor ki zaten diyen analitik ekollere yakınsanız iyi bir tercih olabilir.

Murat: Eh, düşününce Arzu’yla aynı mesajı vermekle birlikte cinsel çağrışımlardan nispeten arındırılmış bir isim denebilir.

Çarşamba doğan çocuklar için

Hayal: Hem rüyaya, hem gündüz düşlerine,
hem ilk sahneye, hem oto-sansüre, hem psikanalizde (yeniden) inşanın işlevine (“hayal meyal hatırlıyorum”), hem de süblimasyona ve özdeşleşmeye atıfta bulunan, çok işlevli bir isim. Türk Sanat Müziği severler ya da 80’ler ve 90’lar nostaljisinden vazgeçemeyenler Hülya’yı, divan edebiyatına düşkün olanlar (hay Allah, gene mi divan dedik) daha da yükselerek Hayali’yi tercih edebilirler.

Jak: Lacancı eğilimleriniz yoğunsa neden olmasın?

Perşembe doğan çocuklar için

bebek1

İmge: Hem Lacan göndermesi mevcut, hem de Kohut… Birçok psikanalistin de kullandığı bu sözcükle farklı psikanalitik okullardan arkadaşlarınızı aynı anda mutlu edebilirsiniz. Kardeşine de Simge adını koyarsanız, “çocuklarının ismiyle kafiye yakalayan coşkulu aile” kategorisine katılabilirsiniz. Tabii bu kadar Lacancı bir aile muhtemelen durmaz, üçüncüyü yapıp adına Sembol deyiverir.

Savaş: Ölüm içgüdüsüne ağırlık veren teorilerden yola çıkarak tercih edebilirsiniz. Daha optimistik bir vurguyu istiyorsanız Barış’tan da yararlanabilirsiniz. Evde içgüdülerin bitmek bilmez savaşıyla yaşamak isteyenler iki çocuğuna bu isimleri dağıtabilir tabii. İlla yaşam içgüdülerini vurgulamak isteyenlere ise Yaşam ve Can alternatiflerini önerebiliriz. Daha minimalist yaklaşımlar içinse Ümit, Umut gibi seçenekler buraya eklenebilir gibi görünüyor.

Cuma doğan çocuklar için

bebek15Gizem: Tamam, psikanaliz ziyadesiyle materyalist bir yaklaşım. Ancak, psikanalizde mistik bir yan yok mu? Yaşam ve ölüm içgüdüleri, tekrar, aktarım – burada bir Gizem var. Sır ve esrara atıfta bulunan başka isimler de tercih edilebilir, Sırrı’dan Aslı’ya kadar çeşitli imkanlar mevcut.

Özne: Evet, galiba pek kullanılan bir isim değil; ancak neden olmasın? Lacancılar için bir tercih olabilir, ama iradeye ve inisiyatife vurgu yapan psikanalitik ekollere yakın hissedenler de tercih edebilir gibi görünüyor. Ayrıca iki biyolojik cinsiyet için kullanılabilir.

Cumartesi doğan çocuklar için

bebek

Deniz: Eh, psikanalizden bahsedip de ana rahminden ve okyanussal duygudan bahsetmemek olmaz. Hem de Mare Nostrum’a da bir selam yollamış olursunuz. Okyanussal duyguyu seyreltelim diyenler için Damla, Su gibi alternatifler, akışa ve değişime vurgu yapmak isteyenler içinse Nehir ve Irmak gibi seçenekler mevcut. Katı ve sıvı diyalektiğini dikkate alanlar içinse Ada opsiyonu var. Eh, daha da kozmolojik bir vurgu yakalamak isteyenlere ise Evren’i önerelim.

Heval: Sonuçta psikanaliz ya da psikoterapi de bir tür yoldaşlık değil mi? İki biyolojik cinsiyet için kullanılıyor olması da çocuğunuzun psişik biseksüalite imkanlarını destekleyecektir diye düşünüyoruz. Türkçe’de ısrarcıysanız Yoldaş, Dost, Arkadaş, Yaren gibi alternatiflerden de yararlanabilirsiniz.

Pazar doğan çocuklar için

Masal: İnsanlığın ortak bilinçdışı, çocukluğun yumuşak anıları – hepsi bu isimde gizli değil mi? Eğer ki insanın sanatsal kapasitesine vurgu yapmayı tercih ederseniz, Şiir ve Öykü, hatta Beste ve Melodi gibi alternatifler de bebek6düşünülebilir.

Mehmet: Psikanalistin anonimliği fikri ayrıca hoşunuza gidiyorsa neden olmasın? Hem de bir çınarın altında yatan şairimize de bir selam olur. Belki Lokman, Hekim gibi tercihlere yönelerek de, kimliği bilinmeyen şifacı vurgusunu ortaya koyabilirsiniz. Ya da, psikanalizin bir özgürleşme süreci olmasına atıfla Özgür’ü tercih edebilirsiniz.

Sigmund Freud’un doğum gününde doğan çocuklar için

bebek4Hem psikanalize bu kadar meraklısınız hem de çocuğunuz Doktor’un doğum gününde doğdu. Kaderinize boyun eğin: Yorum koyun adını. Çocuğunuza Türkiye müzik tarihinde özgün bir yeri olan bir grupla aynı ismi taşıma imkanı veriyor ve her türlü beşeri ilimin kalbinde yer alıyor. Bir taşla birkaç kuş vurmak mümkün.

Sigmund Freud: Eşcinsellik utanılacak bir şey değildir

 

1935 yılında endişeli bir Amerikalı anne, oğlunun eşcinsel olabileceği şüphesiyle Freud’a mektup yazar. İnsanların her iki cinsiyete de ilgi duyma kapasitesiyle doğduğuna inanan Freud, anneye yazdığı yanıtta hem eşcinsellikle ilgili görüşlerini ortaya koyar hem de çeşitli tavsiyelerde bulunur. Mektup daha sonra (alta iliştirilmiş daktilo notundan anlaşılacağı üzere) Alfred Kinsey’nin eline geçmiş  ve o da 1951 tarihli American Journal of Psychiatry’de yayınlanmasını sağlamıştır.

escinsel mektup 1escinsel mektup 2

9 Nisan 1935

PROF. DR. FREUD

Sevgili Bayan [Silinmiş],

Mektubunuzdan anladığım kadarıyla oğlunuz bir eşcinsel. Ondan bahsederken bu terimi kullanmamanız dikkatimi çekti. Neden bundan kaçındığınızı sorabilir miyim? Eşcinselliğin bir avantaj olmadığı ortada ama utanılacak bir şey veya bir özür, aşağılık bi durum da değil; bunu bir hastalık olarak sınıflandıramayız; daha ziyade, bir tür cinsel işlev olduğunu ve cinsel gelişimin belli alanlarındaki ketlenmelerden kaynaklandığını düşünüyoruz. Gerek eski zamanlarda gerekse modern çağlarda eşcinsel olduğu bilinen pek çok saygıdeğer erkek yaşamıştır ki bunların bazıları çok büyük isimlerdir (örn. Plato, Michelangelo, Leonardo da Vinci vb.) Eşcinselliği bir suç olarak görmek büyük haksızlık – ve zalimlik – olacaktır. Bana inanmıyorsanız, Havelock Ellis’in kitaplarını okuyun.

Benden yardım istediğinize göre, anladığım kadarıyla eşcinselliği ortadan kaldırıp normal heteroseksüelliği temin edip edemeyeceğimi soruyorsunuz. Bunun yanıtı şu: Genel anlamda böyle bir şeyi başarmayı vaat edemem. Bazı sayılı vakalarda heteroseksüel eğilimlerin çürümeye yüz tutmuş köklerini yeniden geliştirmeyi başarıyoruz. Bu kökler her eşcinselde mevcut olmakla birlikte çoğunda artık gelişmesi imkansız hale gelmiş oluyor.

… bu daha çok, kişinin nitelikleri ve yaşıyla ilgili. Tedavinin sonuçlarını önceden kestiremiyoruz.

Analiz oğulunuza daha farklı bir açıdan yardımcı olabilir. Eğer ki kendisi mutsuzsa, nevrotikse, çatışmalardan muzdaripse, sosyal yaşamında çekingen davranıyorsa, eşcinsel kalıp kalmaması fark etmeksizin, analiz ona uyum, iç huzur ve tam bir yetkinlik sağlayabilir. Eğer benimle analize girmesi gerektiğine kanaat getirirseniz – ki böyle bir şeyin olmayacağını sanıyorum – Viyana’ya gelmesi gerekiyor. Buradan ayrılmaya hiç niyetim yok. Her koşulda lütfen bana bir yanıt vermeyi ihmal etmeyin.

En iyi dileklerimle,
Freud

Not: El yazınızı okumakta zorlanmadım. Umarım siz de benim yazımı ve İngilizcemi anlamakta zorlanmazsınız.

Daktilo notu: Sevgili Bay Kinsey, Size Büyük ve İyi bir adama ait bu mektubu iletiyorum, dilerseniz sizde kalabilir. – Şefkatli bir anne 

Psikanaliz Seminerlerinde Mutlaka Karşılaşacağınız 11 İnsan Tipi

1. Kendini asıl konuşmacı sananlar

giphy (9)

Moderatörün ”soru ve katkılarınızı bekliyoruz” demesiyle birlikte mikrofonu kapan ve katkıda bulunayım derken ikinci bir seminer veren kişilerdir.

Evet, psikanalizde kibrit kavramı gerçekten çok önemli ve arka planda kalan, görmezden gelinmiş, deyim yerindeyse bastırılmış bir kavram. Bu vesileyle bu önemli kavrama işaret etmemizi sağlayan bu sempozyumu düzenleyenlere de teşekkür ederim. Kibritle ilgili ben şunları düşünüyorum… 

2- Romantikler

giphy (8)

Genelde agresyona değil sevgiye, dirence değil işbirliğine önem verirler. Ses tonları yumuşaktır, çağrışımsal olmaktan çekinmezler.

“AbendessenvonFreitag” kavramı hastayla terapist arasındaki bitmek bilmeyen dönüşüme, o mucizevi ilişkiye işaret etmiyor mu? Odadaki bu eşsiz dansın ne kadar kucaklayıcı olduğunu bize bir kez daha hatırlattığınız için teşekkür ederim.

3- Evde hazırlanıp gelenler

giphy (6)

Konuşmacının eski makalelerini veya kitaplarını inceleyip, sorusunu cebine koyup gelen bu  insanların sordukları soruların, güzel ve mantıklı bile olsalar, seminerle pek alakası olmaz.

Klein’ın X, Y ve Z kavramından bahsettiniz ama biliyoruz ki bir de Z ile T arasındaki ilişki var, ki bunlara siz de yazılarınızda sık sık değiniyorsunuz. Mesela M.Ö. 400 tarihli makalenizdeki dipnotta şöyle bir şey demişsiniz, bunu biraz daha açmanızı rica edebilir miyim?

4- Kendini övmek için konuşanlar

giphy (7)

Paylaşımlarında “var ya, ben ne kadar çok okudum aslında” havası vardır. Ne kadar bilge ve müthiş bir insan olduklarını göstermek için ellerinden geleni yaparlar.

Şimdi tabii Freud’un bu kavramı düşünce tarihini kökünden değiştirdi. Gerçi baktığımızda Avrupa ve Amerika ekolleri arasında bu bağlamda bazı farklar mutlaka var ki son 50 yılın literatürünü iyi kötü takip eden herkes bunu görür. Bion’un bu konuda çok enteresan bir lafı vardır, der ki…

5- Süpervizyonu beleşe getirenler

giphy (10)

Genellikle bu grupta genç katılımcılar yer alır. Seminerle alakası bile olmayan bir yerden ya da 45 dakikalık konuşmanın 15 saniyesinde bahsedilen bir ayrıntıdan yola çıkarak konuyu kendi pratiklerine getirirler.

Makarnayı peynirli yiyen ve isimlerinde C ve D olan hasta grubuyla çalışıyorum. Nelere dikkat etmemi önerirsiniz?

6- ‘Benden de süpervizyon alabilirsiniz’ciler

giphy (2)

4. maddedekilerin bir değişik versiyonudurlar. Teoriden çok pratikte iddialıyım havası estirirler. Semineri veren kişiye bir şeyler öğretme derdindelerdir.

Bahsettiğiniz vakanın rüyasında black metal söyleyen manavın, seansta cama konan kuşu temsil etme ihtimalini düşünmüş müydünüz?

7- Harıl harıl not tutanlar

giphy (11)

Yüksek enerjileriyle koltuktan düşercesine not tutar, nefes almaz, görenleri acaba bu notlara aynı enerjiyle tekrar tekrar dönüyorlar mı diye sorulara gark ederler. Teknoloji ile arası iyi olanlar ise bir yandan ses kaydı tutar bir yandan her slaytın fotoğrafını çekerek konuyu kökünden hallederler. Çıkınca da seminerin kitabını alırlar.

8- Konuşmacıyı çıkışta sıkıştıranlar

giphy (12)

Bu kişiler seminer boyunca sessiz kalıp aralarda veya çıkışta konuşmacının yanında biter, ne kadar soruları varsa özel olarak sorarlar. Bunu sorularının izleyicilerin seviyesini aştığını düşündükleri için mi yoksa fırsattan istifade konuşmacıyla arkadaş olmak için mi yaparlar, bilinmez.

9- Konuşmacıyla tanışıklığı olduğunu belli etme heveslileri

giphy (13)

Bu gruptakiler genellikle seminerin organizasyon komitesine mensuptur. Bir gün önce sabahın köründe konuşmacıyı havaalanında karşılamak zorunda kalmışlardır, akşam da topluca yemek yenmiştir. Seminerde boşluk yakalar yakalamaz mikrofonu alıp bu ‘ayrıcalıklı’ konumlarını herkese ilan etmek zorunda hissederler.

Dün akşam yemekte Sigmund Bey ile çok güzel bir sohbetimiz oldu, bana bu konuyla ilgili olarak bir vakasından bahsetti, belki dinleyicilerimizle de paylaşmak ister?

10- ‘Hazır yakalamışken bir de bunu sorayım’cılar

giphy

En temelinde magazinsel merakları olan kişilerdir. Bazı konuklarda bu meraka hak vermemek elbette elde değildir. Bazen ise sessizliği bozmak isteyen moderatör ya da organizatörler bu gruba dahil olabilir.

Yakın dostunuz olduğunu bildiğimiz Arnold Schwarzegenner’in psikanalize katkıları konusunda ne düşünüyorsunuz?

11- Sessizce herkesi yargılayanlar

giphy (3)

Yukarıda bahsi geçen insanlara her defasında maruz kalmaktan bunalan gruptur. Bu insanları yerlerinde sürekli kıpırdanmalarından, oflayıp puflamalarından ve alaycı gülümsemelerinden tanırsınız. Çoğu zaman konuşmacı dahil ortamdaki kimseyi yeterli bulmazlar ve organizasyondan mutsuz ayrılırlar.

Sonra da böyle listeler hazırlarlar!