Donald W. Winnicott
Çev.: Ayşegül Salgın
Bu yazı “Çocuk Nevrozunun Sorunları” başlığı altında Psychoanalytic Study of the Child (cilt 9)’da yayımlanan bir tartışma nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu tartışma, Anna Freud’un çeşitli yazılarının bebek yaşamının çok erken dönemleriyle ve kişiliğin oluşumuyla ilgili olması nedeniyle günümüz psikanalitik kuramına önemli önermeler katmıştır.
Söylemek istediğim şey erken dönem anne-çocuk ilişkisi kavramını geliştirmektir, bu kavram başlangıçta çok üst derecede bir öneme sahiptir ve ancak zamanla, bebeğin bağımsız bir varlık olmaya başlamasıyla ikinci plana düşer.
Öncelikle Anna Freud’un “Moda Olan Yanlış Kavramlar” (Current Misconceptions) başlığı altında söylediklerini desteklemem gerekiyor. “Hayal kırıklıkları ve engellenmeler anne-çocuk ilişkisinden ayrılamaz. Çocukluk nevrozunun nedenini annenin oral dönemdeki eksikliklerine bağlamak kolay ve yanıltıcı bir genellemeden başka bir şey değildir. Analiz, nevrozun nedenini daha çok ve derinlemesine araştırmalıdır. ” Bu sözlerde Anna Freud, genel olarak psikanalistlerce benimsenen bir bakışı ifade etmektedir.
Buna karşın annenin durumunu göz önünde bulundurarak daha çok şey elde edebiliriz. Bebeğin her dönemde uygun doğal doyumlara, kaygı¬lara ve çalışmalara erişmesine olanak veren yeterince iyi (good enough) bir çevre olabileceği gibi, bebeğin gelişimini bozan ve yeterince iyi olma¬yan (not good enough) bir çevre de söz konusu olabilir.
Anna Freud genital öncesi örüntüyü (pregenital patterning) iki kişinin birlikte ulaşmak için bir araya geldiği “homeostatik denge” olarak ad¬landırılabilecek bir terim olarak ela düşünebileceğimizi hatırlatmıştır (Maliler,1954). Aynı noktaya “ortak yaşam ilişkisi” terimi için de gön¬derme yapılmıştır. Sıkça ifade edildiği gibi, anne bebeğinin gereksinimlerini karşılayacağı bu çok özel görev için kendini biyolojik olarak hazır duruma getirir. Daha sade bir dille söylenecek olursa anneyle bebek arasında bir özdeşleşme görünürde bilinçli ama aynı zamanda derinlemesine bilinçdışı olarak da vardır.
Bu farklı kavramların birleştirilmesini ve annenin biyolojik inceleme dışında da incelenmesi gerekliğini düşünüyorum. “Ortak yaşama” (symbiosis) terimi bizi anne bebek ilişkisini hayvan ve bitki yaşamındaki diğer örneklerle karşılaştırmaktan daha ileriye götürmez: fiziksel karşılıklı bağlılık. Eğer ilişkiye hak etliği ilgiyle bakılırsa homeostatik denge sözünün de gözümüzün önünde ortaya çıkan bazı noktaları gölgede bıraktığı görülür. Biz bir taraftan annenin bebeğiyle özdeşleşmesi, diğer taraftan da bebeğin” anneye olan bağımlılığı arasındaki çok büyük ruhsal farklılıklarla ilgileniyoruz; bu sonuncusu özdeşleşmeyi içermez, çünkü özdeşleşme bebekliğin erken evrelerine uygulanamayacak karmaşık bir durumdur.
Anna Freud bize, bebek için yaşamın oral içgüdüsel deneyimle başladığının düşünüldüğü, kuramın çok iyi gelişmemiş olduğu psikanalizin ilk evresinin çok ötesine geçtiğimizi göstermektedir. Biz şimdi, gelişim yelerince ilerlediyse, altbenlik (id) deneyimleriyle bozulmak yerine güçlenebilecek olan ilkel dönem gelişimi ve ilkel kendilik (self) dönemlerini araştırıyoruz.
Anna Freud, Freud’a borçlu olduğumuz “anaklitik” terimini genişleterek şöyle der: “Anneyle ilişki başka bir insanla ilk ilişki olmasına karşın, bebeğin çevreyle ilk ilişkisi değildir. Bundan önceki evre, nesne dünyasının değil, beden gereksinimlerinin ve onların doyum veya engel¬lenmelerinin belirleyici rol oynadığı daha ilkel bir evredir”
Sırası gelmişken, “arzu” (desire) kelimesi yerine “gereksinim” (need) kelimesinin kullanılmasının kuramımızın oluşturulmasında çok önemli olduğunu düşünüyorum, ancak Anna Freud’un burada “doyum” ve “engellenme” sözcüklerini kullanmamış olmasını isterdim. Bir gereksinim karşılanır veya karşılanmaz ama bu, altbenlik dürtüsünün doyumu ve engellenmesiyle aynı şey değildir.
Greenacre’a bir gönderme yaparak (1954) sözü ritmik hazların yatıştırıcı (lulling) etkisi diye adlandırdığına getirebilirim. Burada karşılanmış veya karşılanmamış bir gereksinim örneğini buluruz ancak, yatıştırılmayan bebeğin bunu bir engellenme olarak yaşadığını söylemek çok doğru olmayacaktır. Aslında burada öfkeden çok ilkel dönemde bir tür gelişini bozulması vardır.
Herhalükarda, ilkel dönemden başlayarak annenin işlevleriyle ilgili olarak derinlemesine bir incelemenin eksik olduğunu düşünüyorum ve çeşidi ipuçlarını bir araya getirerek tartışmaya genel bir önermede bulunmayı umuyorum.
Yazının devamı için tıklayın.