Düşlem üzerine

Düşlem, haz-acı ilkesi bakımından aslında işleyişe ait bir unsurdur. “The Two Principles of Mental Functioning” başlıklı makalesinde Freud şunları öne sürer:

Gerçeklik ilkesinin çalışmaya başlamasıyla, bir düşünce faaliyeti türü bölünerek ayrılmış, gerçeklik sınamasından uzaklaştırılarak yalnızca haz ilkesinin boyunduruğu altına sokulmuştur. Bu faaliyete düşlemleme (phantasying) denir.

Öte yandan, düşünce gerçeklik sınamasının hizmetinde, gerilime tahammül edip hazzı erteleyebilmeye yarayan bir araç olarak gelişmiştir. Freud’un aynı makalesindeki şu alıntıya bakalım:

 Düşünmeye, uyaran geriliminin giderek artarken boşalım sürecinin ertelenmesine zihin aygıtının tahammül edebilmesini sağlayan pek çok özellik bahşedilmiştir.

(Bu görüşe göre, düşlem bebeğin yaşamında gerçeklik sınamasının oluşmasından sonra ortaya çıkar).

Gelgelelim, iki zihin faaliyetinin ortak bir noktası da vardır. Her ikisi de, motor boşalımın hemen gerçekleşmediği durumlarda egonun gerilime tahammül etmesine imkan verir. Bir düşlemi sürdürme kapasitesine sahip olan bebek, “zihin aygıtının sırtındaki giderek artan uyaran yükü hafifletmeyi sağlayan bir unsur” olduğu gerekçesiyle boşalıma koşmaz. Düşlemin yardımıyla arzuyu bir müddet daha, gerçeklikte doyum mümkün hale gelene dek sürdürebilir. Eğer mahrumiyet fazlaysa veya bebeğin düşlemi sürdürme kapasitesi çok zayıfsa, motor boşalım gerçekleşir. Buna, genelde olgunlaşmamış egonun parçalanması da eşlik eder. Dolayısıyla, gerçeklik sınaması ve düşünce süreçleri henüz iyice yerine oturmamışken, düşlem erken dönem zihin yaşamında daha sonra düşüncenin devralacağı bazı işlevleri üstlenir.

– Hanna Segal, Introduction to the Work of Melanie Klein, pp. 21-22.

Bağlar üzerine (Bion)

Rahatsızlığın kökeninin iki boyutu vardır. Bir yanda, hastanın doğuştan getirdiği bir aşırı yıkıcılık, nefret ve haset eğilimi vardır. Diğer yanda ise, en kötü ihtimalde, hastanın bölme ve yansıtmalı özdeşim mekanizmalarını kullanmasına izin vermeyen bir çevre vardır. Bazı durumlarda, hasta ile çevre arasındaki veya hastanın kişiliğinin farklı yanları arasındaki bağa yönelik yıkıcı saldırılar hastadan kaynaklanır; bazen ise, anneden. Gerçi, bu ikinci seçenekte ve psikotik hastalarda sorumlu asla yalnızca anne değildir. Örselenmeler, yaşamla birlikte başlar. Hasta şu soruyla karşı karşıyadır: Farkında olduğu nesneler nelerdir? Bu nesneler, ister içeride yer alsın ister dışarıda, aslında birer kısmi nesnedir ve bunları salt değilse de ağırlıklı olarak işlevler olarak düşünmemiz gerekir; morfolojik yapılar olarak değil. Hasta somut nesneler üzerinden düşündüğü ve dolayısıyla analistin sofistike zihninde hasta sanki somut bir nesnenin doğasıyla meşgulmüş izlenimi yarattığı için, genelde bu belirttiğim nokta gölgede kalır. Hasta, merakını uyandıran işlevlerin doğasını yansıtmalı özdeşimle keşfeder. Fazla şiddetli oldukları için kendi kişiliğinin kapsayamadığı duyguları da bu işlevlerin arasında yer alır. Yansıtmalı özdeşim, kendi duygularını onları kapsayabilecek kadar güçlü bir kişiliğin içinde keşfetmesine imkan tanır. Bu mekanizmanın kullanımının ya bebeğin duygularının emanetçisi olmayı reddeden anne tarafından ya da annenin bu işlevi göstermesine izin veremeyen hastanın nefret ve hasedi tarafından inkar edilmesi, bebek ile meme arasındaki bağı yok eder. Hal böyle olunca, her tür öğrenmenin kaynağı olan merak itkisi ciddi bir darbe almış olur ve gelişimsel duraklamaya uzanan yol açılır. Ayrıca, bebeğin fazla güçlü duygularıyla baş etmek için kullanacağı temel yöntemin inkar edilmesi yüzünden, her halükarda ağır olan duygusal yaşamın yönetilmesi meselesi iyice tahammül edilemez bir hal alır. Bunun üzerine, nefretin kendisi de dahil olmak üzere tüm duygulara ve onları uyaran dış gerçekliğe karşı nefret duyguları harekete geçirilir. Duygulardan nefret etmek ile yaşamdan nefret etmek arasındaki mesafe hayli kısadır. (…) Bu nefret, duyu izlenimleri ile bilinç arasındaki bağı oluşturan embriyonik düşünce de dahil olmak üzere her tür algı aygıtı için yansıtmalı özdeşime sığınmakla sonuçlanır. Dolayısıyla, ölüm içgüdülerinin hakimiyet kazandığı zamanlarda, yansıtmalı özdeşimin aşırı kullanılması eğilimi pekişmiş olur.

W.R. Bion, Attacks On Linking

1959, International Journal of Psycho-Analysis, 40: 308-315