Puslu bir Rota: Kayıp Anneden Baba Özdeşimine ve Belki de Eşitlik İmkânına

Baran Gürsel

Bu yazıda Puslu Kıtalar Atlası’nın* bize sunduğunu düşündüğüm psikanalitik-toplumsal içgörünün bir hattından bahsetmek istiyorum.

Hikâye sefer, kavga ve fetih sevdalısı Arap İhsan ile açılıyor; siyah bir cisim olarak karşımıza çıkan ‘boşluk nesnesi’nin eşliğinde/peşinde kuruluyor; Bünyamin’in, babası Uzun İhsan’ın yazdığı Atlas’ı okuması, dayısı Arap İhsan ve babası dışında, kendisi dahil her karakterin düş olduğunu anlaması ve hikâyeye uyku/karanlık çökmesi ile sona eriyor. Bir açıdan bu hikâyeyi, ‘anne’nin fetheden arzusuyla başlayıp, ‘boşluk nesnesi’nin tanımına kavuşması ve akabinde ‘baba’nın arzusunu ve eksikliğini tanımayla sona eren bir özdeşim ve uyanma hikâyesi olarak  duyabilir miyiz? Ben kısaca bunu savunacağım.

‘Baştan’ başlayalım: Bir anne temsili var mı bu hikâyede? Hikâye içinde Bünyamin kaybettiği annesini bir kez anıyor. Yani anne kayıp ama adı anılıyor ve bizim o anneyi bulmak için bakacak yerlerimiz var. Hikâyeye fatih kahraman, Bünyamin’in dayısı ile giriyoruz; elinde kılıcı, harita üzerinde zar atan, dalgalar onu nereye götürürse oraya doğru sefer ve seferde cenk eden Arap İhsan. Kitabın sonlarında babanın Atlas’ından bu kişinin baba Uzun İhsan dışındaki tek gerçek kişi olduğunu öğreniyoruz; geri kalanların ise babanın hayali olduğunu.

Arap Ihsan Bünyamin’e gözüktüğü gibi bize de bir erkek olarak gözüküyor olabilir; hatta kahramanlığı, sınır tanımazlığı, dinmez açlığı ile aşırı (savunmacı) bir erilliğe bürünmüştür. Belki de gerçeklikle çarpıştığında tuzla buz olacak  bu özellikler, örtülü olanın ters bir yansımasıdır, aksidir. Arap İhsan hikâyeyi kayıp bir çocuğu arayarak başlatır ve yaramaz Alibaz’ı ehlileştirmek için eve getirir. ‘Kültürlenme’ye hazır bir bebeğin dünyaya getirilişi gibi. Arap İhsan, sınır tanımaz bir işgalcidir, sürekli başkasının sınırının ötesine doğru taşar. Tıpkı, bir annenin bastırılmış cinselliğinin bebeği işgal etmesi, dürtülerin ve bilinçdışının kaynağı olacak şekilde ona doğru taşması gibi. Arap İhsan, Bünyamin’in annesinin kardeşi, bize erilleştirilmiş biçimde sunulan, kayıp annedir. Muhtemelen, Baba Uzun İhsan dışında tek gerçek kişi olma özelliğini de buna borçludur. Ama hikâyenin başında aşırı uyarıcılığıyla ‘anne’ olarak kabul edilmesi, tanınması henüz mümkün olmayan bir anne.

Elinden kılıcı eksik olmayan Arap İhsan’da sembolleşen (kayıp) anne, Bünyamin’in tekrarlayan rüyalarının da sebebi olabilir mi? Temsilini bulamamış ama kendini hikâyeye hep sokuşturan, tekrar tekrar geliveren. Neden gelirler anlaşılmaz; ama gelirler. Rüyalarda çeriler, ellerinde kılıçlarıyla gelirler. Kılıçlı olmaları da boşuna değildir. Onlar en keskin arzuyu temsil ederler. Anne aşkını. Aynı zamanda da en keskin korkuları. Annenin yutuculuğunu.

‘Anne’ hikâyeye fetihle dayı üzerinden, çerilerle rüyalar üzerinden sızar ama peki ne zaman bir özdeşim nesnesi olmaya başlar ve kendisiyle özdeşleşilir? Ebrehe’nin hikâyeye girişiyle, özdeşim mücadelesi başlar. Bünyamin’in onun boğazına kaçan lokmayı çıkartması ve ölmekten kurtarması, annenin ölümden ‘kurtarılışı’nı, gömüldüğü derinlikten çıkarılma çabasını ifade eder. Böylece onun ‘gözüne girmesi’ de bebeğin doğumuyla annenin bakışına girişini anlatır gibidir. Tabii ‘bakış’ sadece ‘bakmaz’, aynı zamanda yutucu potansiyele haiz bir boşluğu da içinde taşır –Ebrehe’nin hikâyede peşinden koştuğu ‘boşluk nesnesi’ gibi.

Ve Ebrehe ölümüyle, ‘yok oluşuyla’, annenin varlığı meselesine noktayı koyar; artık anne oğlan tarafından tanınır ve bir temsile dönüşür.

Ebrehe’nin ölümüyle eş zamanlı olarak onun takma bir penise sahip olduğunu fark eder Bünyamin. Ebrehe penis sahibi gibi yapan/yaptırılan penissizdir.  Arap İhsan’a bir erkeklik gösterisi yaptırılması gibi. Ebrehe kadın mıdır? Bünyamin “Er kişi der geçerim.” diye düşünür ama olan geri çevrilemez, zamanı geri çevirmek sadece -Ebrehe’nin ölümlü hayali gibi- bir düş olabilir. Hikâyede ölüm sahnesinde biraz daha geri gidersek Ebrehe, Bünyamin’e duyduğu birtakım hislerden bahseder. Tam olarak söylenemeyen ama Bünyamin’in sırrını bilmesine rağmen bilmez gözükmesine, onu kollamasına ve onda başka bir erkeği (babasını) görüyor olmasına yol açtığını çıkaracağımız hislerdir bunlar. Bu hisler aşk gibidir. Aynı zamanda da aşk değildir. Bunlara ‘aşk’ adı koyulamaz; araya karıştırıcı ve düzenleyici bir yasak girer, buna izin vermez. Belki de bu hisler bir annenin oğluna duyduğu yasak Ödipal bir aşktır. İlk anne temsili Arap İhsan’ın işgalci cinselliği burada yasağa tabi olmuştur. Ve bundan sonra Ebrehe’nin gizli amacını anlattığı ve bunun üzerine Bünyamin’e “Bana soracağın hiçbir şey yok mu?” dediği zaman, Bünyamin’in sadece, aklından çıkaramadığı kadını sorması, aşkının uyanması bir tesadüf değildir. Aşk, artık anneden başkasına (da) hissedilebilir.

Ebrehe’nin hikâyenin seyrini belirleyen, uğruna tüm olanakları seferber ettiği bir arzu vardır. O (Bünyamin için) Bünyamin’in sakladığı, atsa atamayacağı satsa satamayacağı, babasının kör ve sağır edilmesine sebep olan garip bir şeyi aramaktadır. Bünyamin babasını kör ve sağır eden bu şeyi ‘yüzsüzleşme’, kimliğini kaybetme ve acımasız bir savaş içinde kazanmıştır ama onunla ne yapacağını bilememektedir. Bünyamin, kayıp anne nedeniyle boşluğu taşımaktadır; bu bir içsel gölgedir. Ebrehe’nin tüm olanaklarıyla ulaşmaya çalıştığı, başka bir anlamda eşleşmeye çalıştığı yer burasdır; boşluktur. Ebrehe belki bu nedenle o boşluğu arar, anlatıldığı gibi zamanda geri gitmek ve boşlukla eşleşmek için. Böylece hikâyede anneden kalan (tanımadığımız) boşluk önce Ebrehe’nin varlığı ve arzusuyla dolar. Zamanı dondurma ve geri çevirme, gerçekliğin tüm yasaklarını delme ve tüm güçlü olma arzusuyla.

Ama Ebrehe hayattayken Bünyamin ‘iki yüzlü’dür. Ebrehe ona sakladığı bir yüzü olduğunu söyler hep. Onda gördüğü ve belki önceleri tanımadığı ama kesinlikle arzu uyandıran erkeğin, Bünyamin’in babasının yüzü. Bünyamin temel bir yüzden mahrum kalmış, oğlan, babası ile boşluğun bu çatışmasından sıyrılamamıştır. O kimdir, babası mı, yoksa aptal, ‘boş’ bakan bir surat mı? Ancak Ebrehe’nin arzusunu anlama merakı Bünyamin’i canlı ve olduğu yerde de tutar. Kaçmayı aklından geçirse de Ebrehe’nin arzusuna yönelik merakı onu durdurur. O arzuyu tanırsa kendini tanıyabilecektir. Ve esas tanıma, hayalle değil kaçınılmaz gerçekle, yani ölümle gelir. Ebrehe ölünce anne olur. Aslında o kadındır. Oğluna ‘aşık’, onu hep izleyen ve koruyan bir kadın. Anne bu sayede bir tanımış bir temsile dönüşmüş olur.

Bünyamin ise ancak o zaman babasıyla özdeşleşmeye ve aslında onu da ‘gerçekleştirerek’ kaybetmeye cüret eder. Onun kitabını, Atlas’ı baştan sona okur. Belki Ebrehe Bünyamin’e bir kahraman değil de ‘tanık’ olduğunu söylerken bu cüreti verir ve ancak annelerine aşık oğlan çocuklarının ‘kahraman’ olabileceğini ama yetişkinlerin sadece tanıklık edebileceğini, yani insanları ve kendini sürekli tanımaya çalışmaktan başka seçeneğinin olmadığını hatırlatır/öğretir.

Bünyamin atlası okuduğunda babasının arzusunu tanıdığı gibi aslında onun eksiklerini de tanır. Gerçek olmak bu demektir; eksik olmak. Babası ona doğruyu ve gerçek olan göstermek istediğini ama sadece düşlerini verebildiğini söyler. Babanın bu kaçınılmaz sınırlılığının kabulü, yasın ve gerçek bir özdeşimin kaynağıdır. Babalık da erkeklik de geçicidir. Ve tabii ancak bu şekilde kişi hayallerini zenginleştirirken, onları gerçekleştirme enerjisini de (yeniden) yaratmış ve yapılandırmış olur.

Babası ben gerçektim sen hayaldin, derken bir yandan da Arap İhsan da gerçekti, yani annen de gerçekti der. O zaman belki de ben seni hayal ettiğim için varsın derken, “benim yüceleştirdiğim ve gerçekliği tartışılmaz olan (yani aşkı) Arap Ihsan ve ben seni birlikte hayal ettik” demek istemektedir.

Annenin çocuğun ruhsallığında bıraktığı temsilsiz izler ve anne olamamanın ve onunla olamamanın kaybı, ve sonrasında annenin tanınması ve dolayısıyla kendinin tanınması süreçlerini oğlanı başka bir (özdeşim) mücadelesine taşır. Bünyamin annesini kaybederek ve tanıyarak arzusunu tanır/kurar. Baba da, kendisi gibi olunamayarak ama kendisi de bir kahraman olamayarak, kendiyle kurulacak bir özdeşimin potansiyelini, yeni bir yas çalışmasının kaynağını oluşturur. Buradan ise kapı, kardeşlik hukukunun yayılabileceği bir toplumsallığa açılır. Nasıl mı?

Hikâyenin sonuna doğru, baba hikâyesini Atlas’ta aktarırken ve ‘gerçek’ ortaya çıkarken, kitabın yazarı da kitabın içinde belirir. İçerideki yazar, içerisi ile dışarısı arasındaki bir aracıdır ve okuyucunun, dışarıdan birisini içeride görmesiyle başlayan bir özdeşimin habercisidir. Hikâyenin ‘tanığı’ olmuş olan okuyucu için tanıklık hikâyenin dışına, gerçek hayata aktarılmak üzeredir. Bu noktada, Bünyamin Atlası’ı kapadıktan sonra ama hikâyeye uyku ve karanlık tam hakim olmadan önce Konstantiniye çıkar karşımıza. Belki bu noktada ‘kardeşler’i anmak anlamlı olur.

Dilenciler, anneleri Ebrehe’nin gizli arzusuna hizmet ederler ve onun eteğinin altında toplanmışladır. Ne var ki Ebrehe ‘er kişi’ gibidir ve dilenci kardeşlerin babayı katletme girişiminin kurbanı olur. Babayı öldürdüklerine inanan dilenciler tam sevineceklerken, lanetli ve hor görülen kardeşçe davet edilen, göklerden gelen lanet/yasak tarafından cezalandırırlar. Evleri yıkılır. Evden, aile dışı toplumsal ilişkilerin içine doğru atılan kardeşlere sonra ne olduğunu görmeyiz ama iki ihtimal olduğunu düşleyebiliriz. Ya, baba iktidarı ve eril tahakküm düzeni orada da üretilecektir ya da babanın yasasının yerine kardeşlerin eşitlikçi yasası geçirilecektir. Kitap bitmeden, hikâye kararmadan az önce ortaya ve karşımıza yeniden çıkan Konstantiniye, kardeşlerin dağıldığı yer olarak bu iki potansiyeli de temsil etmektedir. Ya toplumsal ilişkilerde eril tahakküm, kuralsızlık, hiyeraşik düzen sürdürülecektir; ki bu annenin tanınmaması ve babayla özdeşleşilip onun aşılamaması ile paralel yürüyecektir. Ya da annenin tanıması ve babanın aşılmasının takipçisi olarak, erkeğin kadını tanıması, ortak eşitlikçi düzenlemelerin yapılması ve belki de cinsiyetlerin aşılması anlamına gelecektir. Okuyucu son olarak şehirle karşı karşıya bırakıldığında, kendi hayatına taşıyacağı bu gerilimle de baş başa bırakılmaktadır.

Ve hikâye uykuya dalar, şehre karanlık çöker ki, uykuya dalacak ve gerçeğe uyanacak okur, Puslu Kıtalar Atlası’nın içine ektiklerine temsiller aramaya koyulsun, kaybını yaşayıp özdeşimlere alan açsın, bulduğu rotalardan içsel ve dışsal dünyasını zenginleştirebilsin. Pusların ardındaki, ancak sezilecek/seçilecek/çıkarsanacak ve cüret isteyen rotalardan…

 

*İhsan Oktay Anar’ın kitabının İlban Ertem tarafından çizgi romana çevrilmiş halini de okuyup bu yazıyı yazdığımı belirtmem gerekir. Buradaki fikirlerin çizimlerden de etkilendiğini söyleyebiliriz yani.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s