”Yazar öyküsünü kurguladıktan sonra, eşinin desteğiyle bunu bir romana dönüştürmüştür. Yazılış biçiminden de görüleceği üzere Frankenstein, yazarın ruh halinden önemli izler taşır. Daha da ileri gidersek romanın Jung’un tabiriyle Shelly’nin gölgesiyle yüzleşmesi sonucu ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Jung’un teorisinde gölge, insanın bastırılmış arzularının konumlandığı, karanlıkta kalan, ilk günah olan baba cinayetinin dahi saklandığı ve gözden uzak tutulduğu yerdir. Öte yandan bu karanlık ve yıkıcı güçlerin kol gezdiği alanda yaratıcı bir enerji de mevcuttur. Bu nedenle de yaratıcılık, ancak burayla ilişki kurulabildiği takdirde mümkün olur. Bu bağlamda okuduğumuzda Frankenstein romanının yazarın gölgesine dair bir sözü olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır. Peki gölgesiyle yüzleştiğinde Shelly’nin gördüğü nedir? Herkesin kaçtığı, kimsenin yüzüne doğrudan bakamadığı, insanlara dehşet saçan, öte yandan konuşanlarda merhametle karışık öfke gibi ikircikli duygular uyandıran iblis… Bu iblis, yazarın ve dönemin toplumunun bilinçdışında yer etmiş, yasaklanan arzuların, korkuların ve suçluluk duygularının yansıtıldığı etnik ötekiden başkası değildir. Her ötekinin ötekisine organik bir bağla bağlı olmasının en iyi kanıtı ise, bu iblisin popüler kültürde ve insanlar arasında oldum olası yaratıcısı doktorun, Frankenstein’ın adıyla anılmasıdır.” (Zeynep Arıkan)
Yazının tamamı için tıklayın.