New York’ta, Columbia Psikanaliz Eğitimi ve Araştırmaları Merkezi’nin doktora programının yeni mezunlarıyla gerçekleştirilen çok önemli bir araştırma ile başlayalım (Cherry, Cabaniss, Forand, Haywood ve Roose, 2004). Bu araştırma, pek çok açıdan önem taşıyor. Columbia çok iyi bir itibara sahip köklü bir enstitü. Anaakım Amerika Psikanaliz Birliği’nin bir parçası ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki psikanaliz uygulamalarının kalbi olan New York’ta yer alıyor. Dolayısıyla, buradan elde edilen bulguları istisna olarak görüp dikkate almamak mümkün değil. Bu veriler, “anaakım” psikanalistlerden toplanmış. Cherry ve arkadaşları bu araştırmayı sürdürdüğü ve bulgularını güncelleyip elden geçirdiği için, ayrı bir değeri var. Araştırmacılar, son 15 yıl içinde mezun olmuş psikanalistlerden şaşırtıcı derecede ufak bir kısmının haftada dört defa görüşülen bir psikanaliz yürüttüğü sonucuna varmış. Haftada dört meselesi önemli çünkü Columbia’da tedavinin dört başı mamur analiz olduğunu söylemek için gereken minimum görüşme sıklığı bu. İlginçtir ki, eğitim analisti olmayan mezunların (örneklemin yüzde 78’i) neredeyse hiçbiri, kontrol vakaları ile görüşmeyi sonlandırdıktan sonra haftada dört defa görüşülen bir analiz uygulamamış. Son olarak, araştırmacıların hipotezinin aksine, mezun analistler haftada iki veya üç defa görüşülen analitik terapileri de oldukça kısıtlı oranda uyguluyorlar. Ortalamaya bakılırsa, haftada ortalama 30 saat ofislerinde çalışıyor (elbette, başka bir işleri yoksa) ve iki hastayla haftada iki defa veya sıfır ya da bir hastayla daha sık görüşüyorlar. Başka bir deyişle, ülkenin en prestijli enstitülerinden birinden mezun olan ve New York’ta çalışan psikanalistler, hastalarının çoğunu haftada bir terapi/analiz ile takip ediyorlar – bu, sizin tanımınıza göre değişir! Takip çalışması da yürüten Cherry ve meslektaşları, “Columbia Üniversitesi Psikanaliz Eğitimi ve Araştırmaları Merkezi’ndeki çalışma, mezun analistlerin çoğunun kontrol vakaları ile görüşmeyi sonlandırdıktan sonra çok kısıtlı oranlarda psikanaliz yaptığını göstermektedir” diye bildirmişlerdir (Cherry, Aizaga ve Roose, 2009, s. 1896)
– A Psychotherapy for the People: Towards A Progressive Psychoanalysis, s. 372
Alıntılar
Analizde hastayı teskin etmek üzerine
Bir analiz hastasına asla “Korkma, bu yalnızca bir rüya” demezsiniz çünkü onların rüyalarıyla ilgili içgörü kazanmasını istersiniz. Bu rüya, ardında belli bir acı yatan bir kapının tek anahtarı olabilir.
Jay Greenberg
Aile romansı (Otto Rank)
Küçük bir çocuğun dünyasında ilk başta ebeveynlerinden başka kimse olmadığı için, çocuk onlara adeta tapar. Bu doğrultuda, en büyük arzusu, büyüyünce annesi ya da babası gibi olmaktır. Gelgelelim, büyüdükçe, ebeveynlerini daha geniş bir sosyal bağlam içinde görebilmeye başlar. Onların toplumdaki konumunu kavraması, onları diğer ebeveynlerle kıyaslaması mümkün hale gelir. Buna bir de ona karşı davranışlarının yarattığı ufak tefek hayal kırıklıkları eklendiğinde, çocuk bir zamanlar hayran olduğu ebeveynlerini artık açıkça eleştirmeye başlar. Özellikle de, çocuğun ihmal edildiğini hissetmesi, ki ebeveynlerinin sevgisini kardeşlerle paylaşmak zorunda olan çocuklarda bu çok daha sık yaşanır, bu eleştirileri iyice alevlendirir. Sevgisine yeterince karşılık alamadığını hisseden ve halen bebekleri leyleklerin getirdiğine inandığı bir yaşta olan çocukta, evlatlık alınmış veya bir şekilde karışmış olabileceğine yönelik düşünceler baş gösterir. Yetişkinlerin pek çoğu, kendi çocukluklarında böyle bir şüphe dönemini hatırlayacaktır.
Bu şüpheler sayesinde, çocuk, başlangıçta oldukça bağımlı olduğu ebeveynlerinden yavaş yavaş uzaklaşır. Aile romansı da, tam olarak burada devreye girer. Evlatlık olabileceğini düşünen çocuk, ebeveynlerinin aslında başka insanlar – elbette sosyal açıdan daha üst konumda, belki daha zengin ya da daha eğitimli – olduğunu hayal etmeye başlar. Zaman içinde, bebeklerin gerçekte nereden geldiğini öğrendiğinde, çocuğun duruma bakış açısı da değişir. Rahminden çıktığına göre, bu kadının annesi olduğuna artık şüphe yoktur; peki ya babası? Babasının, gerçekten de kendi babası olduğundan nasıl emin olabilir? Böylelikle, annesinin, babasını gizlice aldatmış olabileceğine dair çeşitli ‘yasak aşk’ fantezileri kurgulamaya başlar.
Çocuk analizi üzerine
Gelişimsel gecikmeleri olan küçük çocuklarda, dürtü organizasyonunda, nesne ilişkilerinde ve ego işlevinde önemli gelişimsel başarılar elde edilmesiyle ortaya çıktığı varsayılan Oidipal seviyenin kendi kendine belirmesi, her ne kadar analistler çocuğun Oidipal karmaşayı aşmasına yardımcı olmayı sevse de, tatminkar bir terapi sonucu gibi görülebilir. Gizil döneme geçişle birlikte bastırma bariyerinin kurulması, bazen çocuğun analitik çalışmaya devam etmede gönülsüz olmasına neden olsa da, gelişimsel açıdan uygun dirençler yaratır. Gelgelelim, gelişim evresini göz önünde bulunduran bir analistin gizil dönemdeki çocuğun kişilik yapısını ve savunma organizasyonunu bütünleştirebilmek için çatışmalarından uzaklaşmaya ihtiyacı olduğunu düşünmesi muhtemeldir. Bu nedenle de analist, çocuğun tedaviyi sonlandırma arzusunda ortaya çıkan dirençlerin tarafını tutabilir. Analiziyle ilgili iyi duygularla süreci sonlandıran bir çocuk, analistin öngördüğü ancak gizil dönemde çalışılamayan cinsel çatışmalarını çözmek için ergenlikte tedaviye dönebilir.
Hansi Kennedy ve George Moran, Reflections on the Aim of Child Analysis
(1991). Psychoanalytic Study of the Child, 46:181-198
Analizin sağaltıcı mekanizması
Analistin yardımcı süperego olarak (oldukça kısıtlı) gücü, hastanın id enerjisinin yalnızca ufak bir miktarının bilince taşınmasına izin verir. Analist de, doğal olarak, hastanın id itkilerinin nesnesi olduğundan, bilince bırakılan bu itkiler yine bilinçli olarak doğrudan analiste yöneltilecektir. Can alıcı nokta, budur. Eğer her şey yolunda giderse, hastanın egosu, kendi duygularının saldırgan yapısı ile hastanın ‘iyi’ ya da ‘kötü’ arkaik nesneleri gibi davranmayan analistin gerçek doğası arasındaki tezatlığı fark eder. Başka bir deyişle, hasta, arkaik fantezi nesnesi ile gerçek dış nesne ayrımının farkına varır. Yorum, artık dönüştürücü bir nitelik kazanmıştır çünkü nevrotik kısırdöngüyü kırmıştır. Gerçek dış nesnede saldırganlığın mevcut olmadığını gören hasta, artık kendi saldırganlığını azaltabilir; içe attığı yeni nesne daha az saldırgan bir nitelik taşıyacağından, süperegosunun saldırganlığı da ona paralel olarak azalacaktır. Tüm bu olayların sonucunda, hasta, analistiyle ilişkisi üzerinden yeniden deneyimlediği çocukluk dönemi malzemelerine erişim elde edecektir.
James Strechey, 1934, The Nature of the Therapeutic Action of Psychoanalysis

